Haftanın Röportaj Konuğu: Eğitimci-Yazar Erhan ÇAMURCU

SAMSUN HABER Haber Girişi : 06 Şubat 2022 17:07
Haftanın Röportaj Konuğu: Eğitimci-Yazar Erhan ÇAMURCU
Bu haftaki röportaj konuğum eğitimci, edebiyat camiasında yazar, yayıncı ve okur olarak var olmayı bir mutluluk olarak gören eğitimci yazar Erhan Çamurcu. Kendisiyle edebiyat geçmişini, kitabı, kültürü, gençleri, geleceğe yönelik projelerini konuştuk.

Bu haftaki röportaj konuğum eğitimci, edebiyat camiasında yazar, yayıncı ve okur olarak var olmayı bir mutluluk olarak gören eğitimci yazar Erhan Çamurcu. Kendisiyle edebiyat geçmişini, kitabı, kültürü, gençleri, geleceğe yönelik projelerini konuştuk. Sohbetimizi keyifle okuyacağınızı umuyorum.

“YAZMA EYLEMİNİ BİR DERTLEŞME OLARAK GÖRDÜM HEP. HER YAZIMDA MUHAKKAK

BİR DERDİME ORTAK ARADIM.”

“SÖZÜN ŞİFA OLDUĞUNA, EDEBİYATIN İYİLEŞTİRİCİ GÜCÜNE İNANIYORUM. DÜNYANIN

SERT VE ACIMASIZ GÜNDEMİNE KARŞI TASAVVUFUN GÜZEL AHLÂKA VE TEVAZUYA

ÇAĞIRAN SESİNE SIĞINIYORUM. KENDİMİ BİR YAZAR OLARAK TANIMLAMAKTAN ZİYADE

YAŞAR OLARAK TANIMLAMAYI TERCİH EDİYORUM.”

 

Erhan Bey röportajımıza başlarken öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Erhan Çamurcu kimdir?


Her şeyden önce Allah’ın bir garip kuluyum. Cenâb-ı Hak hiçbir şeyi sebepsiz yere yaratmış olmayacağı gibi beni de elbet bir sebep üzere yaratmıştır. Ben de bu sebebi bulmak üzere yaşıyorum. Evli, üç çocuk babası bir edebiyat öğretmeniyim. İyi bir eş, iyi bir baba, iyi bir öğretmen, en önemlisi de iyi bir insan olmak; Allah’ın razı olacağı bir hayat sürmek için uğraşıyorum.

Vezirköprü Hatice-Kemal Kayalıoğlu Fen Lisesinde Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmeni olarak çalışıyorum.


Yayımlanmış “Kıyısız” adlı bir hikâye kitabım ve “Beni Çağıran Kitaplar” adlı bir deneme kitabım var.


Ayrıca, yayımlanmayı bekleyen, isminin “Anadolu İrfanı” olmasını planladığım bir deneme kitabım ve “Babamın Hikâyesi” adlı bir hikâye dosyam var. Samsun’da E- Dergi olarak iki ayda bir yayımlanan “Gergef Edebiyat Dergisi”nin yayın kurulunda bulunuyorum. Ayrıca Edebiyat Ortamı, Şehir Defteri, Temmuz gibi dergilerde; Dünya Bizim, Ruhuna Kitap gibi çevirim içi platformlarda hikâye, deneme ve şiirler yayımlıyorum. Bu arada “Şiir diller” adlı platformda şiir değerlendirmeleri ve eğitmenliği görevini yürütüyorum.


Sözün şifa olduğuna, edebiyatın iyileştirici gücüne inanıyorum. Dünyanın sert ve acımasız gündemine karşı tasavvufun güzel ahlâka ve tevazuya çağıran sesine sığınıyorum. Kendimi bir yazar olarak tanımlamaktan ziyade yaşar olarak tanımlamayı tercih ediyorum.


Yazmaya nasıl başladınız? Sizi kimler teşvik etti? Nelerden esinlenirsiniz? Ne zamandan beri yazıyorsunuz? “Yazmaya nasıl başladınız?” sorusu aklıma iki ismi getirir: Yahya Kemal ve Sezai Karakoç. Yahya Kemal, henüz beş yaşındayken annesinin okuduğu Kur’an’ın sesinden etkilenerek sanata ve bilhassa şiire merak salıyor. Sezai Karakoç ise evde bulduğu ve bir solukta okuduğu “Hz. Ali Cenkleri” aracılığıyla seviyor edebiyatı. Maneviyatımıza yaslanan bu iki edebiyatla tanışma hikâyesi bana hep yazdıklarımın nereye yaslanması gerektiğini hatırlatır. Yazma eylemini bir dertleşme olarak gördüm hep. Her yazımda muhakkak bir derdime ortak aradım. Buradan bakınca “Yazmaya nasıl başladınız?” sorusunun cevabı kesinlikle;


“Derdimin farkına vardığımda yazmaya başladım.” şeklinde olmalı. Üniversite son sınıfta denemelerimden oluşan iki defteri ve öğretmenliğimin ilk yıllarında şiirlerimden oluşan bir defteri çöpe attım. Teşvik edilme konusunda fazlasıyla şanslı olduğumu kabul etmeliyim. Etrafımdaki hemen herkes yazdıklarımın kıymetli şeyler olduğu ve dergilere gönderilmesi gerektiği konusunda beni sürekli desteklediler ancak dergilere ulaşmak düşünüldüğü kadar kolay olmuyor. Önce sosyal medyada paylaştım yazdıklarımı, sonrasında yine sosyal medyada tanıştığım yazar ve şairlerin yönlendirmeleriyle dergilere yazı göndermeye başladım. Bu konuda; Mustafa Uçurum, Halit Yıldırım, Şakir kurtulmuş, Cevat Akkanat, Hüseyin Kaya ve elbette Yağız Gönüler gibi isimleri hatırlatmak isterim. İçime dert olan her şeyden esinlenirim. Dert edinmediğim konularda kalem oynatmayı beceremiyorum. Hayatı küçük yaşayan insanların büyük hayalleri ve hayal kırıklıkları hikâyelerimin ortak teması; tasavvuf ve Müslümanca yaşamak, denemelerimin ortak konuları olarak öne çıkıyor. İslam kültüründen ve Anadolu insanının yalın hayatından beslendiğimi söyleyebilirim.


İlk yazılarım öğretmenliğimin ilk yıllarında dergilerde görülmeye başlandı. İlk kitabım ise yaklaşık iki yıl önce yayımlandı. Üniversite yıllarımdan itibaren yazdığımı ama özellikle son beş yıldır edebiyat dünyasının içinde aktif biçimde yer aldığımı söyleyebilirim.


Bir eğitimci olarak sormak istiyorum; ülkemizde gençlerin kitapla, kültür ve sanatla tanışması için neler yapılabilir? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?


Eğitim; “bireyin davranışlarında kendi yaşantısı yoluyla kasıtlı ve istendik davranış değişikliği meydana getirme süreci” olarak tanımlanır. Aslında hem sorunuzun cevabı hem de sorun’un bizzat kaynağı bu tanımda gizli. Özellikle kitabın, yani okumanın toplum tarafından ve hatta eğitimciler tarafından çok da istenen bir davranış olduğunu söyleyemiyoruz artık. Öğrencilerinin iyi birer okuyucu olmalarını istediğini iddia eden öğretmenin kendisi okumuyor. Kişi başına düşen kitap sayısıyla ilgili veriler bu konudaki ikiyüzlülüğümüzü gözler önüne seriyor. Projeyle kitap okuma sevgisi kazandırılamaz. Kitabın ve sanatın gençler tarafından sevilebilmesi için kitabı ve sanatı oluşturan dünyanın kendisine yaşanan dünyada yer bulması gerekir. Bakın ilginç bir örnek vereyim: lise yıllarımızda hepimiz bahçede voleybol oynadık ve çok eğlendik. Hâlâ voleybolun eğlenceli bir spor olduğunu hepimiz kabul ederiz ama hiçbirimiz voleybol ligini takip etmeyiz. Neden? Çünkü gerçek dünyada karşılığı yok. Gündelik hayatlarımızdan estetiği çıkardık, şiiri çıkardık. Bakın atasözlerimize, manilerimize, ağıtlarımıza… Hepsinde nasıl bir estetik zevk var. Düğünlerde halk hikâyeleri anlatıyor, âşıklar atışıyordu. Bugün düğünlerimiz org denen ne idüğü belirsiz çalgının esiri oldu. Annelerinin masallarıyla, babalarının destanlarıyla büyüyen çocukların yerini tabletlerin büyüttüğü çocuklar aldı. Televizyonda en son ne zaman bir yazarın ya da şairin; bir ressamın, mimarın, bir minyatür sanatçısının, bir udînin vs. ismini duyduk? En son ne zaman yeni çıkan bir roman gündem oldu bu ülkede. Gençlerin kitapla, sanatla barışması için sosyal hayatın İslâmî değerlere, milli hassasiyetlere göre yeniden planlanması gerekir.


Kitaplarınızı yazarken nelerden esinlenirsiniz? 


Çok sık sorulan bir soru bu ama esasen yanlış soruluyor. Kitap yazmak dediğimiz şey genellikle başlangıçtan sonuca kadar planlanan bir süreç değildir. Bir yazar olarak, “Bugün yeni bir kitaba başlıyorum.” demiyorum. Okuduğum kitaplar, izlediğim filmler, dinlediğim müzikler ya da gündelik hayatın içindeki gözlemlerim hayata dair bir şeyleri dert edinmemi sağlıyor. Bu dertleri kimi zaman hikâye kimi zaman şiir kimi zamansa deneme olarak yazıya aktarıyorum. Zamanla bu yazılar belli bir tema etrafında toplanıyor ve kendiliğinden bir dosya oluşuyor. Bu dosyaları da kitaplaştırıyorum. Bu süreçte en önemlisi size inanan bir yayın evi bulmanız. Kitap çıkarma sürecini ticari bir faaliyet olarak görmek doğru değildir:


“Üç bin lira harcadığınız kitaptan on bin lira kazanırsanız kitap başı yedi bin lira kâr edersiniz!” gibi basit


bir matematiği yoktur bu işin. Her şeyden önce bu faaliyetin sanatsal bir faaliyet olduğunu unutmamak gerekir. Bu da bu işin maddi getirisini hesap etmemeniz demektir. Bir yazar olarak kitap dosyasının basım maliyetini düşünmek istemem doğrusu. Bu, daha çok yayınevinin yöneteceği bir süreçtir. Ben doğayla iç içe olmayı seviyorum. Bazen ailecek bazen tek başıma orman ve dağ yürüyüşleri yapıyorum. Şehrin sokaklarında gezerken insanları izlemeyi ve onların hayatlarına dair düşünmeyi seviyorum. Tanık olduğum bir görüntüyü kendi zihnimde devam ettiriyorum genellikle. Birçok öykümde bu tanıklıkların sonucu olarak ortaya çıkıyor. Deneme yazılarım daha çok okuduğum kitaplara yönelik inceleme yazısı niteliğinde. İyi bir okuyucu olduğumu söyleyebilirim. Okuduğum kitapların üzerimde bıraktığı ağırlığı yazarak atmaya çalışıyorum. Sonuç olarak, kitaplarımın arkasında okumalarımın, gözlemlerimin ve tanıklıklarımın etkisi var diyebilirim.


Edebiyatımızın dünü bugünü ve yarını hakkında kişisel görüşlerinizi alabilir miyiz?

 

Edebiyatımızın dününe yeterince kıymet vermediğimiz için bugününün bir anlamı yok, yarınının da bir anlamı olmayacak gibi görünüyor. Divan edebiyatı gibi uzun soluklu bir estetik dünyayı “failatün” kalıbın sıkıştırıp anlatmaya çalışırken bir yandan kendi estetik zevkimizi hakkıyla kavrayamadık bir yandan da yapmacık estetik temeller üzerinden bir edebiyat kurma hayallerinin peşine takıldık. Oysa sadece Fuzuli dahi tek başına bir edebiyattır. Yunus Emre’nin şiir dilinde “sehl-i mümteni” olarak ifade edilen estetik zekayı küçümserken bu estetiğin halkın konuşma diline sirayet ettiğini göremedik. Yedi yüz yıl önce yazılmış ilahiler bugün halkın dilinde; kâh bir babanın kızına nasihati olarak kâh bir hocanın öğrencisine tembihi olarak kendini gösterirken cumhuriyet devrinde yazılmış şiirler kitapların dışına çıkıp halkın muhayyilesine dahil olamamıştır. Buradan cumhuriyet dönemi edebiyatını küçümsediğimiz sonucu çıkarılmasın, söylemek istediğim şey edebiyatın halkın estetik anlayışı göz ardı edilerek oluşturulamayacağı gerçeğidir. Biz Batılı olamayacak kadar Doğu’ya ait bir milletiz. Biz Doğulu olmaktan öte Doğu’nun bizzat kendisiyiz. Yarına dair bir edebiyat oluşturabilmekten söz edebilmek için evvela bu hakikati idrak etmek zorundayız.


Kitaplarınız hakkında kısaca bilgi verir misiniz, konu aralığınız nedir?


İki kitabımın yayımlandığını daha önce söylemiştim. Bunlardan biri “Kıyısız”, hikâye kitabı. Kendi hayatımdan izlerin, öğretmen ve öğrenci durumlarının, geçim sıkıntısı çeken küçük insanların yaşadığı sıkıntıların konu edildiği hikâyelerden oluşuyor. İkinci kitabım “Beni çağıran Kitaplar” ise okuduğum kitaplarla ilgili yazdığım denemelerin bir araya getirildiği bir deneme kitabı. Konularım daha çok tanıklıklarımdan oluşuyor diyebilirim.


Türk ve dünya edebiyatından sizi etkileyen yazarlar, akımlar oldu mu?


Bir akım değil elbette ama bir gelenek olarak tasavvufun beni etkilediğini söylemeliyim. Özellikle şiirlerimde bu geleneğe ait unsurlara yer vermeye gayret ediyorum. Yunus Emre’nin şiir anlayışını çok seviyorum. Bize bizi bizimle anlatmak esas Yapmaya çalıştığım şey. Denemelerimde Yağız Gönüllerin etkisi olduğunu söylemeliyim. Öykülerimse daha çok toplumcu bir çizgide seyrediyor. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın estetik anlayışı, Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Orhan Kemal’in gerçekçi hikâyeleri, Mehmet Akif Ersoy ve Necip Fazıl Kısakürek’in hitabet yöntemi eserlerimde kendine yer bulmuştur. Batı edebiyatından etkilenecek düzeyde derin bir okuma yaptığımı iddia edemem ama özellikle Rus edebiyatının toplumsal gerçekliği işleyişinden etkilendiğimi söylemeliyim. Çehov’un kırsalda sıkışmış aydınlarının bunalımları, Dostoyevski’nin vicdanlarıyla hesaplaşan karakterleri beni hep heyecanlandırmıştır. Günümüz yazar ve şairlerinden sayabileceğimiz Hüseyin Akın, Yağız Gönüler, Mustafa uçurum, Nadir Aşcı, Şakir Kurtulmuş, Nurettin Durman, Kemal Sayar, Mahmut Erol Kılıç, Erol Göka, Süleyman Uludağ, Mustafa Kara gibi isimleri takip ettiğimi de belirtebilirim.


Şu anda üzerinde çalıştığınız bir projeniz var mı?

Tamamlamak üzere olduğum bir hikâye dosyam var. Onun haricinde şiir değerlendirmesine yönelik birprojenin katılımcısı olarak çalışıyorum.Yazmak için özel bir mekâna veya birçok yazar gibi ilhama ihtiyaç duyuyor musunuz?Valery’ye ait olduğu söylenen bir söz var: “Şiirde ilk dize Tanrı vergisi, gerisi alın teridir.” İlham dediğimiz şey, yazarın tanıklığıdır. Bu tanıklığı ne şekilde işleyeceği ise onun emeği ve yeteneğiyle ilgilidir. İlham herkese gelir, esas olan gelen ilhamın farkına varabilmektir. Ben kurşun kalem kullanmayı seviyorum. Yazılarımı önce kâğıda, ardından bilgisayara aktarmayı tercih ediyorum. Bir konuyu önce zihnimde iyice pekiştiriyorum, kendimi tatmin etmeden yazmıyorum. Belli bir mekân değil ama mümkün olduğunca sessiz bir ortam arıyorum yazabilmek için.


Son olarak; yazar olmak isteyenlere, özellikle gençlere önerileriniz olacak mı?


İstemesinler, olsunlar! Burada esas dikkat edilmesi gereken şey, yazarlığın olunan bir şey olmadığıdır. Bu işin bir kursu, mektebi, sertifikası ya da diploması yok. Birileri size yazarlık ehliyeti vermiyor. Siz sadece yazıya olan inancınızı koruyun. Yazmanın bir sonuç olduğunu aklınızdan çıkarmayın. İnsan önce okur, izler, gözlemler; sonra düşünür, değerlendirir ve bir kanaate varır; sonuç olarak da bu kanaatlerini aktarır. Yazma süreci işte bu aktarma yöntemlerinden biridir. Okumadan, insanları dinlemeden, onları gözlemlemeden yazar olmaya çalışmak ahmakça bir uğraştır. Daha önceki soruların birinde de söyledim; ben bir yazar olarak anılmaktan ziyade bir okur olarak anılmayı tercih ediyorum. Yazmak sadece okuduklarımın bir neticesi. Esas iş okumakta.


Değerli hocam, bu keyifli sohbet için çok teşekkür ediyorum.


Bende teşekkür ediyorum.

"Samsun Yazarlar Derneği Röportajlar Serisi"

Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.