Bugün yine akşam olacak. Yarın sabah dünya yeniden kurulacak. Doğan güneşi aydınlığımızın sebebi sayacağız. Bir öncekiler gibi.
Karanlıktan aydınlığa çıkmanın yolu sabaha çıkmaksa eğer, dünyada yaşayan bütün canlılar aynı şeyi yapıyor.
Oysa bizim onlardan bir farkımız olmalı.
Bizim aydınlığımız gökteki güneş, ne lambadaki ateş
olmamalı.
Hele de bu ülkemizi için olacaksa. Lafın, hatta tariflerin ötesinde olmalı.
Kelimelere sığmamalı bizim aydınlığımız. Yaşanmalı, hissedilmeli. Dünya bizim
aydınlığımızla geceyi gündüzden ayırmalı. Zamanın belirleyicisi bizim
milletimizin ahlakı olmalıdır. Tıpkı öyküde olduğu gibi.
"Bilge adam
Bir bilge adam çölde öğrencileriyle otururken demiş ki;
"Gece ile gündüzü nasıl ayırt edersiniz?
Tam olarak ne zaman karanlık başlar,
ne zaman ortalık aydınlanır?"
Öğrencilerden biri;
"Uzaktaki sürüye bakarım," demiş,
"koyunu keçiden ayıramadığım zaman
akşam olmuş demektir."
Başka bir öğrenci söz almış
ve "Hocam" demiş,
"İncir ağacını, zeytin ağacından ayırdığım zaman,
anlarım ki sabah başlamıştır."
Bilge adam uzun süre susmuş.
Öğrenciler meraklanmışlar
ve "Siz ne düşünüyorsunuz hocam?" diye sormuşlar.
Bilge şöyle demiş;
"Yürürken karşıma bir kadın çıktığında,
güzel mi çirkin mi, siyah mı beyaz mı diye ayırmadan
ona "kız kardeşim" diyebildiğimde
ve yine yürürken önüme çıkan erkeği,
zengin mi yoksul mu diye bakmadan,
milletine, ırkına, dinine aldırmadan,
erkek kardeşim sayabildiğimde anlarım ki
sabah olmuştur, Aydınlık başlamıştır..."
Bir zamanlar bizde böyle anlıyorduk aydınlığı.
Karanlıklara uzak yaşıyorduk.
Bir elin parmakları gibiydik.
İki gözün aynı noktaya baktığı gibi görüyorduk her şeyi.
Geceden gündüze yol alıyor, gündüzlerde yarınlara koşturuyorduk atlarımızı. Peki ya şimdi? Ne gecemiz kaldı nede gündüzümüz.
Yeni baştan koyulsak yollara. Kavuşsak tekrar yitik aydınlığımıza?
Ve aydınlık başlamıştır diyebilsek yine?
Haydin öyleyse.