Çocuğunuzun kişiliği verdiğiniz isimle başlıyor

TARİH Haber Girişi : 22 Haziran 2015 16:15
Çocuğunuzun kişiliği verdiğiniz isimle başlıyor
İsimlerin sahipleri üzerinde bir takım olumlu ve olumsuz etkileri olduğu bir gerçektir. Bu sebeple mesele iki açıdan ele alınabilir.
ÇOCUĞUNUZA İSİM VERİRKEN DİKKATLİ OLUN
ŞAHSİYETİ KİŞİLİĞİ  İSMİYLE BAŞLIYOR

İsimlerin Sahibi Üzerindeki Etkileri

İsimlerin sahipleri üzerinde bir takım olumlu ve olumsuz etkileri olduğu bir gerçektir. Bu sebeple mesele iki açıdan ele alınabilir.

a. Olumlu etkileri

İsim, sahibinin tanınmasını sağlayan ve kendisini diğer bireylerden ayıran en belirgin semboldur. Buna bağlı olarak kişinin ömründe en çok duyacağı sözcük kendi adı olmaktadır. Bu sebeple herkes kendi adının güzel olmasını isteyecek, bunun tabiî sonucu olarak da adının taşıdığı manayı kabullenerek psikolojik bir rahatlama içinde olacaktır. Nitekim insanın, taşıdığı ismi benimsediği, fıtrî bir saikle ona sahip çıktığı hakikati bunu doğrular mahiyettedir. Mesela şayet ismi cesaret ifade ediyor, bu mânâ ile oturup kalkıyorsa o isme uygun davranmayı arzu edecek, cesur olmayı şuur altına yerleştirecek; salihlik ifade ediyorsa da, hep iyi olmaya özenecektir. Toplumun beklentisi de bu istikamettedir. Örneğin ismine uygun bir davranışta bulunana; "ismiyle müsemma" veya "adına uygun hareket etmiş" "adına şanına lâyik" gibi söylemlerin toplum içerisinde vukû bulduğunu hepimiz bilmekteyiz. Güzel anlamlı isimlerin bu tür müsbet yönleri, şahsa ve kişiliğe yansıyan hususlardır.

b. Olumsuz etkileri

Kötü manalı isimlerin de aynı oranda şahsiyeti zedeleyen rencide edici olumsuz etkileri vardır. İsimleri güzel olmayanlar, zaman zaman arkadaşlarına alay konusu olabilmekte, bu da onun şahsiyetini dolaylı da olsa etkileyebilmektedir. Örneğin "satılmış" isminde birisi, "sen satılmış mısın?" gibi ifadelerle aşağılanabiliyor.

Bu da onun onur ve gururunu incitecek, sevgi duygusu zedelenerek arkadaşlarına ve adını kendisine verenlere kin besleyecektir. Bazen çok saf duygularla ve iyi niyetle, anlamlarına bakılmaksızın verilen isimler, iyi neticeler veremeyebilmektedir. Örneğin sadece Kur'an'da yer alan bir kelime olması bazıları için yeterli olmakta bu da teberruken yapılmaktadır. Halbuki o sözcük hiç de arzulanmayan bir anlam taşıyabilmektedir. Mesela Duhân gibi.

Ayrıca kötü manalı isimler, çocuğun ayıplanmasına veya ismin taşıdığı manayı yapıyormuşçasına tahkir edilmesine sebep olabilmektedir. Bu da çocuğun şahsiyetini doğrudan etkiler.

3. Ad Koyma Adabı

İsim vermedeki beklentiler ad koymada bir usûl ve âdâbı da beraberinde getirmiştir. İslâm dışı toplumlarda, ad koymaya verdikleri önem ve beklentileri doğrultusunda, inanç ve kültürlerine has bir âdâb oluştuğu gibi, İslâmiyet'in de kendine özel bir ad koyma usûlü ve âdâbı doğmuş, Hz. Peygamber bu âdâbı özenle uygulamıştır.

Ad koyma usûlünü iki şekilde ele almak mümkündür. Birincisi bizatihi ad koymadaki usûl ve yöntem; diğeri ise ad koyma işlemini bir merasimle salih bir kimseye yaptırma geleneği.

Hz. Aişe'nin nakline göre yeni doğan çocuklar Hz.Peygamber'e getirilir, O da bunlara mübarek/hayırlı olmaları için dua eder, tahnikte bulunurdu. Yani yeni dünyaya gelen çocuk daha anne sütü emmeden Resûlüllah'a götürülür, çocuğu kucağına oturtup ağzında yumuşatmış olduğu hurma ile çocuğun damağını oğar, daha sonra dua edip adını koyardı. İslâm inancında bu işleme tahnik adı verilir.

Hadiste görüldüğü gibi tahnik, tatlı cinsinden bir şeyi ağızda çiğneyip yumuşattıktan sonra çocuğun ağzına aktarmak, sonra onunla damağını oğmak şeklinde olmakta, böylece çocuk, gıdasını almada ilk alıştırmasını yapmış olmaktadır.

Teberruken/hayır ümidi ve beklentisiyle yaptırılmakta olan tahnîk ve tesmiye/isim verme işi veya merasimi, bugün herhangi salih birisine yaptırılabilir. Ashab döneminde titizlikle uygulanan bu âdâb, maalesef bugün, özellikle Türkiyemizde, unutulan İslâmî âdetler arasında yer almaktadır. Başlanan bir hayatın ilk anlarını tatlı ile başlatmak, dua etmek suretiyle hayırla devamını sağlamak; bu duayı, duasının kabûlü umulan salih kimselere yaptırmak, İslâmî bir âdâba uymuş olmakla beraber, hayırhah olmanın, hep hayır dileme duygu ve arzusu içinde bulunmanın en güzel örneğini teşkil eder. Bu işlem kişiyi hayat boyunca hep hayır beklentisi içine sokacaktır. Bu aynı zamanda hayata ümitle bakmak, karamsarlığa yer vermemek demektir.

Söz konusu hayır beklentisi her zaman ve her toplumda hep varola gelmiştir. Asım Köksal'ın kaydettiğine göre; dedesi Abdulmuttalip, torunu Peygamber Efendimiz'e Muhammed adını verirken, verdiği adın manasını gözeterek; "Gökte Allah, yerde insanlar onu övsünler diye Muhammed koydum!" diyordu. Meseleyi bu açıdan değerlendirdiğimizde bunun bir de ince bir psikolojik yönünün bulunduğunu görmek zor değildir.

Zaman olarak, bazı hadisler Resûl-i Ekremin doğumun daha birinci gününde çocuğa isim verdiğini teyid ederken diğer bazı hadisler yedinci günü isim verilmesinin gerektiğini ifade etmektedir(. Buhârî konu ile ilgili attığı bir başlıkta, doğumun ilk gününde isim koymanın akîka kurbanı kesmeyecekler için söz konusu olduğunu belirterek hadislerdeki bu ihtilaflı durumu "başkasında raslanmayan latif bir te'lif ile halleder.

4. Peygamberlerin Adlarını Vermek

Peygamberler'in adlarını çocuklara verip vermeme konusunu, gelen rivayetler ışığında iki noktada ele almak mümkündür.

Birincisi genel manada Peygamber isminin çocuklara verilip verilemeyeceği meselesidir. Buna verilecek cevap müsbettir. Zira Hz. Peygamber sözlü olarak "peygamberlerin isimleriyle isimlenin!" buyurmuş, bizatihi kendi oğluna İbrahim38 ismini vererek fiilî olarak uygulamayı kendisinden başlatmıştır.

Hz. Peygamber, bununla muhtemelen, peygamberlerin yanı sıra salih kişilerin adlarını çocuklara vermek suretiyle tefeülde bulunmak, diğer bir ifade ile hayır beklentisi içinde bulunmanın caiz ve meşru olduğunu göstermek istemiştir.

İkinci husus bizzat Peygamber Efendimiz Hz. Muhammedin adının çocuklara verilip verilmeyeceği konusudur. Bu konuda ihtilaf edilmiş, çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Bunun sebebi Hz. Peygamberden gelen yasaklama içerikli hadislerin varlığıdır. Bir gün Resûlüllah (s.a.), Bâkî denen yerde bulunuyorken 'Ey Ebü'l-Kâsım!' diye bir ses işitmiş, Hz. Peygamber yüzünü sese doğru çevirince, seslenen adam, 'Ey Allah'ın Resûlü! Seni kastetmedim, falancayı çağırdım' demiş, bunun üzerine Hz. Peygamber, "İsmimle isimlenin, fakat künyemle künyelenmeyin!" buyurmuştur.

Bu ve buna benzer rivayetler farklı görüşlerin ileri sürülmesine sebep olmuştur. Bu görüşleri kısaca şu şekilde özetlemek mümkündür. Aynî'nin(ö.855/1451) belirttiğine göre Muhammed İbn-i Sîrîn (ö.110/729 ), İbrahim en-Nehai (ö.96/715) ve Şâfiî (ö.204/819); ismi ister Muhammed veya Ahmed olsun, ister olmasın, Resûl-i Ekrem'in Ebü'l-Kâsım künyesini almak hiç kimseye helal olmaz, demişlerdir. Zahirîlerin genel görüşü de budur.

İmam Mâlik (ö.179/795) ve diğer bazı selef âlimleri, bunun tamamen zıddını savunarak ismi Muhammed de olsa Ebu'l-Kâsım künyesini almada bir sakınca olmadığını söylemişlerdir. Bazıları yasağın ilk devirlere ait olduğunu, dolayısıyla hadisin Hz. Peygamberin vefatıyla neshedildiğini, bazıları da yasağın tenzihen mekruh anlamında olduğunu belirtmişlerdir. Tahâvî'nin (ö.321/933) ifadesiyle cumhurun görüşü de, isim ile künyenin birlikte taşınmasında bir sakınca olmadığı yönündedir. Ümmetin tatbikatı da bu istikamettedir.

Bir grup Zâhirîler ve bir rivayete göre Ahmed b. Hanbel yasağı sadece ismi Muhammed ve Ahmed olanlara hasredip adı Muhammed veya Ahmed olmayanların Ebü'l-Kâsım künyesi ile künyelenmelerinde bir sakınca olmadığı görüşündedirler.

Buraya kadar sıraladığımız görüşler hep Ebu'l-Kâsım künyesine yönelik bir yasaklamayı içermektedirler. Ümmetin uygulamasında görüldüğü gibi, Hz. Peygamberin hayatı ile sınırlı bir yasaklama olduğu görüşü, en isabetli görüş görünümündedir. Onun için bize göre bu yasağın hadis rivayetini ilgilendiren bir yönü vardır.

Hadis rivayetine bakıldığı zaman genelde kullanılan ifadeler ya "kâle Resûlüllah" veya "kâle'n-Nebiyyü"; ya da "an Resûlillah" veya "ani'n-Nebiyyi" şeklindedir. Hadis rivayetinde "kâle" veya "an Ebi'l-Kâsım" ifadesi kullanılmış olmakla beraber son derece az rastlanılmaktadır . Teknik açıdan Nebî ve Resûl ifadelerinin kullanılmasında herhangi bir problem yoktur. Zira bu ünvanlara izafetle nakledilecek bir haberin Hz. Peygambere aidiyetinde herhangi bir şüphe olmaz. Ancak "Kâle Ebu'l-Kâsım" ifadesinin kullanılmasında, Hz. Peygambere aidiyetinde bir karışıklığa sebep olacağı için Allah'ın Resûlü böyle bir yasaklama yoluna gitmiştir, denebilir. Görüldüğü gibi o dönem için son derece isabetli bir yasaklamadır. Şüphe yok ki, ikinci bir Ebu'l-Kâsım olsaydı, Ebu'l-Kâsım künyesine izafetle nakledilen bir haberin "acaba hangi Ebu'l-Kâsım'e ait" diye şüpheye sebep olacak ve sünnete/hadise gölge düşecekti. Muhammed isminin serbest bırakılmasındaki sebep, böyle bir şüpheye mahal olmamasındandır. Zira Muhammed isminin kullanılmasında Muhammed b. Abdullah denecekti. Ayrıca hadis rivayetinde böyle bir ifadeye de raslanmamaktadır. Bunun sebebi, hürmeten onu "Allah'ın Resûlü" ve "Allah'ın Nebisi" şeklinde çağırma gereğinden kaynaklanmaktadır. Ashab da bu hürmetin gereği olarak Hz.Peygamber'e karşı hep Nebî ve Resûl hitabını kullanmış, hadis naklinde Ebu'l-Kâsım ifadesine pek az yer vermişlerdir. Bunun hürmete aykırı olmadığını belirtmekle beraber bir noktayı vurgulamak için kullanıldığı da söylenebilir.

Bize göre, ümmetin de uygulamasına uygun olduğu üzere, yasağın sadece Hz. Peygamber'in hayatı ile sınırlı olmasıdır. Zira herhangi bir kimsenin, -ismini taşımak şeklinde de olsa-, peygamberinin bir hatırasını taşımak suretiyle ona bağlılığını göstermesi, adının anılmasını sağlaması, onu hatırlaması ve hatırlatması gayet tabiîdir. Bu bir sevgi ve bağlılık tezahürüdür. Ancak Osmanlı ihtiyaten ve herhangi bir hürmetsizliğe meydan vermemek için orta bir yol izlemiş, Muhammed'i Mehmed'e çevirmiş, hem isimden vaz geçmemiş hem ihtiyatı elden bırakmamıştır. Tabiiki bu da bir saygı ve nezaket tezahürüdür. Ancak illada geçerli veya mutlak uyulması gereken bir uygulama olduğunu söylemek gerekmez. Burada tamamen niyyet ve duygular söz konusudur.

5. Allah'ın En Sevdiği İsimler

En güzel isimler, şüphesiz Allah'ın sevdiği isimlerdir. Hz. Aişe'den nakledilen bir hadiste Allah'ın en sevdiği isimler olarak, Abdullah ve Abdurrahman adları zikredilmiştir. Ancak Allah katında sevilen isimler sadece bu iki isimden ibaret değildir. Bunlar birer örnek olarak sunulmuştur. Abd/kul sözcüğünün Allah'ın ad ve sıfatlarına izafe edilerek oluşturulan her isim, Allah'ın sevdiği isimler kapsamındadır.

Abdullah, Abdurrahman, Abdürrezzak, Abdülhâlik, Abdülkerîm, Abdüşşekür, Abdurrauf, Abdülhakim gibi isimleri göz önüne getirdiğimizde; bütün mahlükatın rızkını veren Rezzâk, her şeyi yaratan Hâlik, lütüf ve ihsanda bulunan Kerîm, şükredenlere bol veren Şekûr gibi Yüce Allah'ın güzel sıfatları zikredildikçe ifade ettikleri manalar zihinde hep zinde kalacak, bir insanın tevhîd inancı çerçevesinde nasıl bir Allah'a inanıp kul olduğunu, bu vasıfları taşımayan hiçbir varlığa kul olunamayacağını her hâl ü kârda hatırlatılmış olacak, böylece bu tür isimler tevhîdin korunmasına vesile olacaktır. Bu kabil isimler, sözü edilen amaç ve hedefler yanı sıra böyle bir hizmeti de ifa etmektedirler.

Bu kategorideki isimler evrenseldir, millî değildirler. Tamamen inanca yönelik ve inanç içerikli isimlerdir. Onun için Allah katında en sevimli isimler sayılmışlardır. Aynı anlama gelen başka dillerdeki isimler de bu kapsama dahildir. Millî olan, hiçbir inanç unsurunu simgelemeyen isimler de vardır. Bu tür isimlerin manalarının güzel olmasına, tevhide aykırılık taşımamasına, teşeume meydan vermeyecek bir anlam içermesine dikkat edilmelidir.

Her hâl ü kârda hayır beklentisine yönlendirici bir özelliğe sahip olmalı, bu noktaya dikkat edilmelidir. Kuvvet ya da asaleti simgeleyen Aslan ve buna benzer hayvan isimleri, herhangi bir şahıs ismi, bir çiçek, bir yıldız, bir duygu vs. gibi varlıkların isimlerinin insalara verilmesi tamamen şahsî beklenti ve kültürel etkilere bağlıdır.

6. Allah'ın En Sevmediği İsimler

Allah'ın en sevmediği isimler şüphesiz tevhîde aykırı olanlardır. "Melikülemlâk/ Mülklerin Maliki" gibi ancak Allah'ın şanına layık olan ve yalnız Allah hakkında kullanılabilen sıfatların insanlara verilip bu tür kavramlarla isimlendirilmeleri asla doğru değildir. Bu tür isimlerin yasak ve sevimsiz olmasının sebebi de mülklerin gerçek sahibi yalnız Allah olduğu halde, bu vasfın insanlara verilmesidir. Böyle bir uygulama tevhîd inancına sahip olan insanların Rablerine karşı takınmaları gereken edep ve inanca aykırıdır; aynı zamanda bir inanç kaymasıdır; bu tür isimlere de kesinlikle yer verilmemelidir.

Süfyan (b. Üyeyne) (54) (ö.198/814), "Şâhanşâh bunun örneğidir" diyerek, Allah'a sevimsiz olan isimlerin sadece bundan ibaret olmadığını, bu özellikteki bütün isimlerin bu kapsama dahil oluğunu belirtmiş olmaktadır. Ayrıca yasaklamanın lafza değil, manaya olduğu ve hangi dilde olursa olsun tevhidi zedeleyen manalar kastedildiği de anlaşılmaktadır.

Ahkamülhakimin/Hakimlerin hâkimi, Sultanusselatîn/Sultanların sultanı, Emîrülümerâ/ Âmirlerin âmiri; bazı alimlere göre Kaadî'l-kudât/ Kaadıların kaadısı ve Hâkîmülhükkâm/ Hakimlerin hâkimi gibi isimler de aynı vasfa sahip oldukları için Allahın sevmediği isimler arasında yer alır.

Burada sözü edilen Ahkamülhakimîn aslında Allah'tır. Dindar ve fazilet ehli kimselerden pek çoğu Kaadî'l-kudât ve Hakimülhükkam gibi isimleri kullanmaktan, hadiste Allah ve Resûlünün buğzettiği bildirilen melikülemlak ismine kıyas ederek kaçınmışlardır.

Kastedilen mana eğer Allah'a değil de ismi taşıyana yönelikse Türkçemizde yer alan Sevtap ve buna benzer isimleri bu kategoriye dahil etmek gerekir.

Etiketler : çocuk isim
Yorum Yaz
  • UYARI: Konuyla ilgisi bulunmayan, hakaret içeren cümleler veya imalar, inançlara saldırı, şiddete teşvik yorumları onaylanmamaktadır.